22 Aralık 2013 Pazar

Kimse kimsenin yarasına inanmıyor artık....Yok ötesi kendi acımız ile öleceğiz...Tarık Tufan

28 Eylül 2013 Cumartesi

DOKTOR....
Öylesine  derin ki  içimdeki  kuyu
Ne  çekersem  çekeyim  hep  boş,
Hep   muamma
Bir  ip uzat  bana doktor!
Bir  dikiş  at, majör  yalnızlığıma

Yolumu  kaybettim  bir  akşam vakti
Yanlışlıkla  geldim ben bu  diyara
Değerini  bilseydim  aldığım  nefeslerin
Güllerin ruhunda  örselenmezdim
Poyraz  biriktirmezdi  çöllerim
İnatçı  bir  iltihap  devrederken  nöbeti
Susardı  kimyasal  çığlığı
Günleri  sayılı  drajelerin,

Uslu bir  dağın  tuzlu  terinde  gizli
Kışı  umursamayan  çamların  özgüveni
Sıram  gelir  ipe  asılacak  kumaş misali
Duygusal bir sonucu  tahlil  eder  paniğim
En  narin kristalden yapılmıştır  kalbim
Bahanesi  çoktur  kırılmak  için
Renki bahçelerde gezinirken terapi
Sonunda  benimde ikrarım  olur  mavi


Senin de  arafların  vardır  doktor
Hipokrat  yemini  eder mi  çelişkiler?:
Kaç  stabil  mevsim  beni  bekler?
Kaç kez  daha  kan  vereceğim:
Uykuya  hasret  damarlarımdan?
Yan etkisi  her  an pusudayken  hayatın
Kapsüller  geçer  rüyalarımdan
Ah! benim  kadim  iç savaşım
Ve  medikal  zaferler, zihnimin raporunda

Bir  çiçeğin  genlerinde kaç dirhem varsa  sitem
O  denli  hızırsal bir ilaç yaz  bana
Diz  çöktürsün  kalp  ağrıma
Zaman  aşımına  uğrayan bir  tedavi  benimki
Eli  yüzü  düzgün bir  hükmü  bile  yok
İsli  acziyetimden  sıyrılıp
Kendi  koynumda  büyütmüşüm tasalarımı



Bütün  pencereleri  aç doktor, ben rüzgarsız  duramam
Kurak  topraklara  düştü  yüreğim
Bir  damla  can suyu  serp, biçimli  ellerinle
Huzurun  anatomisini  çizelim  birlikte
Uzun  metrajlı bir yara   bu bendeki
Lakin kaç arşın çaresizliğim;  bilemiyorum

Hüznüm  ölçüsüz  doktor
Bir  elem  kesici  yaz  bana,
Bir de  hacimsiz  nefes
Gün be gün kısılıyor  çünkü,
 İçimdeki  dirençli  ses...

Meryem Eroğlu


29 Ağustos 2013 Perşembe

Şahidiz Sen Kazandın Ey Şehit Esma....:(

Mısır'daki askeri yönetim karşıtı gösterilerin sembolü haline gelen Esma el-Bilteci'nin ailesi, şehit Esma'yı ve yaşadıkları acıyı anlattı.
ERDOĞAN'IN KIZIM İÇİN AĞLADIĞINI GÖRÜNCE
Eşi Muhammed el-Bilteci'nin kızı Esma'yı şehit olmadan üç gün önce rüyasında cennette gelinlikleriyle gördüğünü aktaran Anne Sena el-Bilteci, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Baba Bilteci'nin kızına yazdığı mektubu dinlerken gözyaşlarını tutamadığı görüntüleri izlerken duygulu anlar yaşadı.
Bilteci, "Darbeden bu yana karşılaştığımız felaket, insanlıktan uzak vahşetin yoğun olduğu bir ortamda, Başbakan Erdoğan'ın kızım için ağladığını gördüğümde, az da olsa yeryüzünde insanlığın kaldığını hissettim" şeklinde konuştu.


ESMA'NIN ŞEHADETİ EN AĞIR OLANIYDI
"Benim dört erkek, bir kız çocuğum vardı. Yıllardan beri birçok sıkıntı ve belalara maruz kaldık ancak bunlar içinde Esma'nın şehadeti en ağır olanıydı. Tek kızımı kaybettim. Erkek çocukların meşguliyetleri genellikle dışarıda oluyor malum, Esma'nın gidişinin ardından kendimi çok yalnız hissettim, sürekli beraberdik. Gidişinin ardından sanki kızımı değil, bana beslediği sevgiden dolayı sanki annemi kaybettim. Yanındayken kendimi güvende hissediyordum


ISRARLA ABDEST ALDI VE GÖZÜMÜN ÖNÜNDE KAYBOLDU
Bilteci, kızının hayatını kaybettiği anları şöyle anlattı:
"Gaz bombalarının yoğunluğundan boğulacak duruma geliyorduk ve çevremizde insanların şehadete ulaştıklarına tanık oluyorduk. Esma'nın yüzüne bakıyordum henüz küçük yaşında olmasına rağmen kendisinin bunlar karşısında etkilenmeden sapasağlam durduğunu gördüm. Bilakis o beni cesaretlendiriyordu. Kurşunların ve gaz bombalarının yoğunluğunun altında olmamıza ve kimsenin hareket edecek gücünün olmamasına rağmen çantasından küçük bir su şişesi çıkartarak, abdest alma konusunda ısrar ederek su dökmemi istedi. Bu arada gazın etkisini azaltması için yüzümü sirkeyle yıkıyordu. Daha sonra Rabia'daki Sahra Hastanesi'ne gitme konusunda ısrar etti, 10 dakika kadar sonra telefonlarıma cevap vermiyordu. Ardından bulunduğum yere geri geldi, kendisine biraz çıkıştım 'Esma beni niye bıraktın, ne olacağını bilmiyoruz kızım birlikte olalım' dedim. Bana gülümseyerek baktı ve hiçbir şey demedi, sonra beni yanaklarımdan öptü ve gözümün önünden kayboldu gitti."
HASTANEDE YA RAB, YA ALLAH DİYORDU
Daha sonra oğlu Halid'in kendisine Esma'nın vurulduğunu aktardığını anlatan Bilteci, "Sahra Hastanesi'ne gittiğimde şehitler ve ağır yaralılarla karşılaştım. Esma'nın yanına gittiğimde sabırlı ve metanetliydi. 'Ya Rab, Ya Allah' diyordu. Anlayamadığım sözleri mırıldanıyordu. Yüzünü siliyordum ve kendisine 'Hayatım sabret, metanetli ol' derken bana 'Anneciğim ben iyiyim' diyordu. Beni rahatlatmak istiyordu. Ancak yatağın altından çok miktarda kanın aktığını görünce doktorlar acil kan nakli yaptılar fakat vücudu bunu kabul etmedi. Ameliyat odasına götürülürken ortalıkta birçok ceset ve ağır yaralı gördum. Her tarafta vahşetin izleri vardı. Onu ameliyat odasına bıraktım ve çıktım, birkaç dakika sonra şehit olduğu haberi geldi" şeklinde konuştu.
VURULDUĞUNDA KUR'AN OKUYORDU
"Allah onu bu dünyanın çirkinliklerinden kurtardı" diyen Bilteci, "Esma 4 ay önce Kur'an-ı Kerim hıfzını tamamlamıştı. Rabia meydanını, oradaki yaralıları Kur'an okuyarak korumaya gayret gösteriyordu. Tanık olanların anlattığı kadarıyla vurulduğu esnada Sahra Hastanesi'nin önünde elindeki mushaftan Kur'an okuyormuş. Arkadaşlarının uyarılarına rağmen bir elinde Kur'an'ı tuttuğu diğer eliyle de taş toplayıp gençlere verdiğini söylediler. O, zulme ve tuğyana karşı mücadele ederken şehit oldu" ifadelerini kullandı.
HASTANE ESMA'YI KABUL ETMEDİ
Bilteci ailesinin en büyük oğlu Ammar, kardeşi Esma'nın yanına hayatını kaybettikten sonra ulaşabildiğini belirterek, kardeşinin naaşını taşıdıkları anlarla ilgili şunları kaydetti:
"Cenazeyi oradan götürmeyi uygun gördük çünkü rejimin cesetlere neler yapabileceğine daha sonradan da tanık olduk.  Hastane yetkilileri, kendilerine Rabia'dan hiçbir yaralı ve ölü kabul etmemeleri talimatı verildiğini bildirdi."
MEDYA ESMA'NIN ÖLÜM HABERİNİ YALANLADI
Mısır basınının, kardeşi Esma'nın ölüm haberini yalanlamasının bir önemi olmadığını belirten Ammar, "Başından beri isteyen inansın, isteyen yalanlasın dedik. Bu gerçek, bizim için tüm bu haberlerden çok daha önemli ve değerli. Yalanlayanlara cevap olsun diye çekim yapılması tekliflerini kabul etmedik. Buna rağmen şehit olmasının ardından bazı resimleri yayınlandı, bunun sorumluluğu bize ait değildir. Eve gelen arkadaşları ve akrabaların son bir kez görmeleri için ambulansın kapısını açıp insanların veda etmeleri için yüzünü görmelerine müsaade ettik" dedi.
ESMA'YI ÖZLEDİK, BÜYÜK BİR ACI DUYUYORUZ
Ammar Bilteci, "Kardeşine ve babana bir mesajın var mı " sorusunu, "Esma'nın benim mesajıma ihtiyacı yok. Ancak kendisini özledik büyük bir acı duyuyoruz. Onun şu an mutlu olduğunu hissediyoruz. Allah'tan bizi onun mertebesine ulaştırmasını diliyoruz. Babama ise şunu söylerim, 'Metin ol, bizler inşallah bu yolda sizlerin takipçisiyiz. Zalimler nasıl bir devrimle tersyüz olacaklarını görecekler" diye cevapladı.
Mısır makamları tarafından kakkında tutuklama kararı çıkarılan Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) yöneticilerinden Ezher Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhammed el-Bilteci, El-Cezire televizyonunda dün yayınlanan video görüntüsünde, kızı Esma'nın öldürülmesi olayına ilişkin, "Allah, sesini kesmek için kurşunla öldürmek istedikleri o çiçek Esma'nın isminin ve resimlerinin tüm dünyada yüceltilmesini istedi. Herkes onu rahmetle anıyor, resimlerini Türkiye'de, Kabe'de ve Medine'de yükseklerde taşıyorlar. Bu da sadece Allah'ın istediğinin olacağını müjdeliyor" ifadelerini kullanmıştı.
Kaynak: AA

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Düşme ...........


Düşme

"Düşersen bağımsızlığını ilan eder dostların

Görüş günlerin yasaklanır, gelenin gidenin olmaz

Bayram eder düşmanların düşme.


Düşünce bütün düşüncelerin değişir hayata dair...

Dostluk arkadaşlık aşk yeniden şekillenir beyninde düşme...

.......

Hayatın ve dostların vefasızlığını görünce

Yaralanır duyguların en derinden

Düşme...

........

Düştün mü ilk önce güvendiklerin vurur sırtından

Kimse bakmaz yüzüne işe yaramaz adam olursun

Bir bir uzaklaşır dostların senden

Tutacak dal bulamaz yorulursun düşme...

Düştün mü isyan edersin yaşadığın hayata

Gözyaşlarını dökersin her gece yastığa

Yılanın ne kadar masum kurdun suçsuz

Çakalın çakal olmadığını anlarsın ikiyüzlü insanları görünce

Düşme...

.........

Düşenin dünyada dostu yok imiş aman aman

Yok imiş ölem ölem

Düşme...

Düşünce sahili olmayan koca bir deniz olur dünya

Sığınacak bir liman bulamaz kaybolursun

İkiyüzlü düzenbazlar hüküm sürerken

Sen kederinden kahrolursun/ Düşme...

...........

Düştün mü... Başucunda bir tek anan olur

Gerisi yalan olur

İmdat demeye engel olur gururun düşme.

Kalıbı beş para etmez adamın söylediği sözler yaralanır olur

Düşme...

............

Düşersen maziye dalar gider gözlerin

Yazılmamış hikaye olursun

Düğümlenir boğazında kelimeler kederinden kahrolursun düşme...

Haddini de hesabını da bileceksin bugünlerde

Yoksa farkın kalmaz bu yolda gelip gidenlerden

Seni üzenleri hayatından sileceksin gerekirse

Düşme...

..............

En iyisi mi bir kurşun sık hayatının orta yerine

Barut izleri kalsın ellerinde

Ama sakın düşme...

Düşenin dünyada dostu yok imiş..."


İbrahim Dizlek

23 Temmuz 2013 Salı

ZAMANIN  İNCİSİ

15  Ramazan 1434
Ramazan  kendi iklimiyle  gelir ve kuşatır  kalplerimizi.Çağırır acıyan bir can, susamış  bir gönül  neredeyse  oraya..Gidebiliyorsak ne mutlu bize.
.............................................
Işığın kalbi çarptı bir gece
Ayın bakışları değdi dağların üzerine
Mahyalara dizilirken en  nurlu tebessümler
Veren ele konmayı düşledi yeşil kelebekler

En  kadim  mirastı  sadaka
Heyhat! tozlanmış  tavanarasında yıllarca
Şanlı harfler  yıldız misali döküldüğünde
Taze bir merhamet gibi  sokuldu avuçlara

Çeşmeden akan su, bir el uzatımı kadar yakın
Ve bin arşın kadar uzakmış, bildik
Sabır bahçelerine gül tohumuyla dikildik
Ecre  adanmış   zamanlarda
Vakur bir esaretle  mühürlüydü diller
Sönük  sofralara  ihtişam  sunan  bahçeler için
Kalbe verildi önce meleksi  ziyafet
Esse bir nebze  rüzgâr
Susuz ikindiyi  bağrına  bassa umman

İnsana  kalemle  yazmayı öğretenin adıyla
Oku! ve  okusun kainat
Yazmaktan  yorulmaz katip
Ateşe  verildiğinde  cürüm
Silkindi  rehavetten terazi
Dengenin  kazasına  icab eyledi davet
Kutlu  terennümler bu mizanda emanet
Reyyan kapısına  ram olmak için
Affa  müştak sinelerde  bir diriliş humması
Ve nihayet
Sonsuz nimet bestesi  çalındığında
Aksayan  övgülerde  tekamül etti  sûkunet

Ufuklardan ses  gelmiyor
Hangi damlaya sığınmış değerli  yağmurlar?
Milyon yıllık hatırlı  vahiyde gizli
Zamanın incisini saklayan denizler
Kalmışsa  bir katre ihsan
Hurma  yapraklarına yazılsın iyilik
Meçhul  muştular coğrafyasında
Tükenmeyen hazineyi  paylaşsın imsak
Aç bir günbatımı  düşerken sofralara
Zengin  kılıflara  girsin seferi  kanatlar

Güneşi bir görse  tutulurdu  ay
Ve  tutulurdu  savm, düşmemek adına
Ziyası  sönerdi  günün sahura bir rastlasa
Dörtnala  dualar yükselirdi  arşa
Saatler duru, niyetler ayan beyan
Ey! ekmek ve zeytinle rızıklandıran
Biçimlendir  ruhumuzu  göğe eş bir kıyamla
Bin aydan hayırlı selamlar gönder bize
Hilalin nurunu değdir  evlerimize

Yitik Özne

13 Şubat 2013 Çarşamba

Destansı  lider  Recep   Tayyip   Erdoğan'a


          ERDEMLİ   HÜKÜMDAR
Kendi  başına  büyüyen  zambaklara  uğrarken  yağmur
Rahmetle  sulanır  yazgı,  hayâl  topraklarında
Son  yazdığı  şiiri  kendine  bağışlar  şair
İçli  bir  âh  gibi  sürünürse âhenk, tren raylarında
Ne  kadar  uçsada  bulutlara  ulaşamaz  uçurtma
Adanmışlığı  yoksa  aşkının,  yenilenme  çağında
Daha kaç  kapı  dayanır  darbelere  sorgusuz
Kaç siyâsi  düşün  yeri var. bir davanın  tutkusunda

Denize  atılan iyiliği   derinliği  olan  görür
İstanbul  kadar  bir nâra  zirveleşir  kürsüde
İncinmişliğini de  gördük  nihâyet  huzurun
Veda rengine  çalan  koyu  yeşil  gözlerinde
Vaktiyle  ne  günler  geçirdik  biz;
Asırlık  çınarları  biçti  takvimlerimiz
Sonbaharın  ağlayan  yanıydı  eylül
Küskün  soluğunda  virâne  hayatların soluğu  duyulurdu
Tutuklanırdı  hayâller  müebbet  istemiyle
Peşimizde  ünlemini  bozmuş  bir  alfâbenin  hoyrat adımları
Kabuğundan  önce  gam  bağlardı  yaralarımız
Ve  basardı  her  akşam  karanlığı, içimize  bilinmezliğin

Geçer  dedi  bir gün,  sandıkta  saklı  bir  hüküm
Eteklerine  hüzün  ekmiş  bu ülkeden
Er'ken  Doğan  bir  yaz güneşi kadar heyecenlı
Kendi  vefasıyla  umudu  tanıştıran bir hükümdar geçer
Bir hükümdar ki!
En ince  yerinden  kurmuş  sevdasını,  yüreğinin saatine
Ve  fütursuzca  sermiş yüreğini
Yağlı  mavzerlerin  pusularda  dikilen  cepkenlerine
Yar eylemiş  insanını, yâren  eylemiş , can  evine

Artık  çözülür  kelepçesi  mahzun çiçeklerin
Yeniden  açar  yanağında  gülleri  mevsimlerin
Boyuna  büyüyen  bir  ağaca  dönerken  umut
Hasretle  kucaklar  bekleyen  öznesini
Suya  bulandırmadan  dokunan   şarkılar
Sözleri  müjde,  ezgisi  zafer  tadında
Örtüsünü  hüzünle  oyalamış  bu  ülkeden
Yaz  mehtabı kadar  müşfik bir  hükümdar geçer
Kukla  kahramanlara inat  bir  doğal  destan  geçer
Yıldız  tozuna  banıp, yazar adını kalemler


Yitik  Özne










5 Şubat 2013 Salı

...........

Sonbahar

Sonbahar

Fânî ömür biter, bir uzun sonbahâr olur.
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir;
Günler hazinleşir, geceler uhrevîleşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer tâ iliklere.
Anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.
Dünyânın ufku, gözlere gittikçe târ olur,
Her gün sürüklenip yaşamak rûha bâr olur.
İnsan duyar yerin dile gelmiş sükûtunu;
Bir başka mûsıkîye geçiş farzeder bunu;
Teslîm olunca va'desi gelmiş zevâline,
Benzer cihâna gelmeden evvelki hâline.

Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya,
Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya,
Duymaz bu ânda taş gibi kalbinde bir sızı:
Farketmez anne toprak ölüm mâceramızı.

27 Ocak 2013 Pazar

Bir baba gittiğinde;
Arkanı yasladığın duvar
Sabahları sıcak ekmek
Okul harçlığı, otobüs bileti
Ciğerinden bir parça gider
Gider de gider...
En sinirli anında bile,
Dudağının kenarında bir gülümseme
Bayramda öpülecek el
Çocuklarımızı sırtında taşıyan
O sevimli dede gider
Gider de gider...
Bir içten "oğlum, kızım" sözünün sahibi
İnatçı bir siyasetçi
Koca bir beden
Çocuk bir yürek
Anneyle yapılan lüzumsuz tartışmalar
Heyecanlı bir taraftar
Çalışkan bir "Adam" gider
Gider de gider...
Bir sarılmaya, bir çift söze bile
Fırsat vermez Azrail
Vakit geldiği zaman
Sadece baban değil
Atan gider
Canın gider
Kanın gider
Gider de gider...
Dolmaz boşluğu kısa zamanda
Hep bir ses ararsın, bir nefes
Bir anahtar tıkırtısı
Yanlış bir iş yapınca
Gözünün içine bakılmasını
Ama sadece beklersin
Çünkü;
Bir baba gittiğinde,
Sadece baban değil;
Bir dostun,
Bir arkadaşın,
Bir sırdaşın,
Bir öğretmenin,
Bir ustan,
Bir yanın gider...
Gider de gider !

23 Ocak 2013 Çarşamba

GÜLÜN  BAĞRINDA  SANCI..

Bir  hüzün  güle  dair,  bu Veda'nın  Hutbesi
Her  yağmur  hüznü  sever,  topraktandır  nefesi
Nerde  görüldü  güllerin  ayrılıkla  solduğu?
Bir  gülün  miâdının  altmış üç  yılda  dolduğu
Yıldıza  yeminle  başlayan  sözlerde  saklı
İncir  ve  dâhi  zeytin,  bu  vedayla  ağlamaklı

Vaktiyla  Hicaz'dan  değerli  bir  bahar  geçti
Beklenen  O  server bu  emin  beldeyi   seçti
Âlem,  kandille  döşeli  bir  sabaha  uyandı
Sokaklar  güneşi  milyon kat  büyüdü  sandı
Yörük  develer  mûkim, döndü  günahın  nevri
Küçük  kızlara  müjde, bitti  cehâlet  devri

Zîşan bir isme mihmandar,  Halime'nin  evi
Süt  kokulu  lîsanında,  yetimliği  münzevi
Her dâim  gri  bir  bulut, başının  üzerinde
Sessiz  çöl nakışları,cefâkar  ellerinde
Cennetten düşen bir  çift  cemre  gözleri
Şefkatin  terennümü,  bal  ırmağı  sözleri

Katıksız  sofrasında  bir hurma,  bir de  zeytin
Cesaret  nâmeleri  her  yerinde Ehl-i  Beyt'in
Omzunda  hasır  izi,  ayaklarında  nasır
Nazara  değdi  mühür,  ifşâya  hükmoldu  sır
Kalender  hânesinde  yoksulluk  bâki, ne  gam
Kisra'nın  Sarayı'nda  yoktu  böyle  ihtişam

Kırkında  gün  aldı  gül, hakikat  ayan  beyan
Tozlar savruldu  göğe, zühreye  vardı  tuğyan
Kolay mı  bir  yarayı  şifa  için  dağlamak?
Ateşin  çevresinde  gürül gürül  çağlamak
İnkâr  kentinin  ortasında,  bir isyan ki kopkoyu
Bu  inat,  cüzzamlı  ruhların  Ebrehe  soyu

Sen  şairsin  dediler, bunlar  eski  masallar
Zihnin  hayal  beşiği,  ellerin onu  sallar
İkiye bölündü  ay,  nehir  oldu  parmaklar
İpekten bir  yol oldu,  sarı  benizli kumlar
Dedi ki, versenizde  vazgeçmek  ne  kelime
Güneşi  bir  elime,  ayı  diğer  elime

Kalem  ile  yazmayı  öğretenin  ismiyle
Sayfaya  düştü  harfler,  katip  mürekkebiyle
Dermansı  nefesinden  döküldükçe  sûreler
Yasin'le  yüreklendi  bütün  değerli  sözler
Mâna  zırhını  giyen  cümle  kerim  âyetler
İnsanlığa  armağan  en  ebedi  çiçekler

Mekke  sokaklarında  Hicret'in  izleri  var
En  muştulu  gelişle, bahtiyar  oldu  Ensar
Karanlık  ilmek ilmek  yüreğinde  gecenin
Vahiy  tazeliğinde  yumurtası  güvercinin
Ve  ankebut  ağını  özenle  ördüğünde
Mucizeyle  sustu  zaman,çalgısız  bir düğünde

Hira'nın  düğünü  bu, inananlar  davetli
Sevr  dağındaki  ikbâl, ezelden  bereketli
Ağır  bir  hezimetle  yüzleştikleri  yerde
Haris  micrimlerin  gözüne  çekildi  perde
Gözleri  var  görmezler, gurur  sarhoşu onlar
Onlar için hazırlandı  nice müessif  sonlar

Bir  rüya kadar  süren gece  yolculuğuyla
Yedi  alemi  gezdi,  Cibril'in  soluğuyla
Refref'in  eşşliğinde  Hudut  Ağacı'na  vardı
Emsalsiz bir ihtişam  dört bir  yanını  sardı
Gözünün nuru  namaz, Miraç'ın  hediyesi
Ve  son  âyetleriyle  Bakara  sûresi

Kırılan  incinin  âhı  kimden  sorulur
Destan  yazmaya  kalksa, kalem bile  yorulur
Ashab'ın  kılıçları  kasırgayla  bilendi
Hendekte bitkin hisler, korkuyla  hançerlendi
Önde  şanlı  kumandan, kutlu  çağ  süvarisi
Müstahkem  burçlarıyla  mağrur, Hayber Kalesi

Yıldızlar dökülmedi  o günlere var daha
Bu  asır Saadet Asrı, kızgın  çöllere  vaha
Veysel'i bir  sevdayla küllerinden  doğdu nur
Sonsuzluğa  biad  etti Akabe'de  onur
Ay bile uyumadı değerlendirdi her ânı
O'ydu  mahzun  gönüllerin  biricik  kahramanı
     





YİTİK  ÖZNE

19 Ocak 2013 Cumartesi

Bırakıp Gittiğin Kadarız

Bırakıp Gittiğin Kadarız

Bir dönüşle dönüyoruz
Yorgunuz, tenimiz esmer
İçimizde mağrur bir hüzün
Yaralarımız var eczası olmayan vurgunlar
En çok kadınlarımıza yakışan ağlamakla
En çok erkeklerimize dokunan çaresizlikle
Yaklaşıyoruz hayatın ikindisine
Biraz daha yaklaşıyoruz
Bir el uzatımında akşamın alacasındayız

Bu
Senin gidişinin hemen ertesinde
Dudaklarımızın kuruduğu
Suların çekildiği
Kızıl Denizin Diclenin
Önümüzde Musa elimizde asa ile
Yarıp geçtiğimiz Nilin
Ve eteklerimizi savura savura
Tükettiğimiz birlikteliğimizin ardından
Kayıp giden yıldızların şarkısı gibiyiz

Bir dönüşle dönüyoruz
Ne güzel oluyordu
Sağımıza dönüp seni görünce
Ne güzel oluyordu
Düştüğünde önümüze
Adı safranlara sarılı bir aşk gibi maceramız
Adı kıskanç kervanların zümrüt yüklerinde yazılı
Adı Leyla
Bir vaveyla kadar dokunsanız ağlamaklıyız

Bir dönüşle dönüyoruz
Belki baksak arkamıza ordasındır
Bu efsunu kaybetmek istemiyoruz
Hiç bir şeyini istemiyoruz aslında dünyanın
İncisini yakutunu ipek yumuşaklığını yastıkların
Bebeğin yüzümüze dokunuşunu istemiyoruz
İşlerimizin limanlığını
Ocağımızın sıcaklığını bile istemiyoruz

Bir dönüşle dönüyoruz
Seni unutmamak için şaşkın
İnanmamak için ölümüne inanıyoruz

Gittin mi aramızdan
Elini çektin mi üzerimizden
Bizi yetim
Şehrini öksüz bıraktın mı
Ne yapalım işte
Ağlamamayı beceremiyoruz
Isırdıkça kanayan dudaklarımızdan
Dökülen boş sözlerle birbirimize soruyoruz
Hava nasıl
Saat kaç
Yine çayırların yeşilliğinde otlayan kuzularımızın arasındayız
Yine çayırların üstünde matem işliyoruz
İnceldiği yerden kopan dünya
Bir araftan yol bularak başımıza düşüyor
Gökkubbe patlıyor tepemizde
Hissediyor anlıyor ama anlatamıyoruz

Bir dönüşle dönüyoruz
Bırakıp gittiğin kadarız
Hiç yağmur yağmıyor
Yorgunuz, tenimiz esmer
İçimizde mağrur bir hüzün
En çok kadınlarımıza yakışan ağlamakla
En çok erkeklerimize dokunan çaresizlikle
Yaklaşıyoruz hayatın ikindisine
Ne yapalım
Hiç yağmur yağmıyor
Sensiz yürüyünce
Bir dönüşle dönüyoruz
Kıyamet bize
Kıyamet bize
Sen yinede merhamet et bize
Merhamet et bize
Merhamet et bize

Bizim Yaşadığımız

Bizim Yaşadığımız

bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim

biz de soluk alıp vermedeyiz

yani her insan gibi sevmekteyiz, sevilecek şeyleri

bir kır çiçeğini çimeni toprağı börtü böceği

kurban bayramlarında kınalı koçları

başları eloyasıişlemeli yemeni ile kapalı

bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı

pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları



kalbim ağrıyorsa da kardeşim

gönlüm bulanıyorsa

tedirginsem kuşkuluysam

kalın kitapların yazdığına bakarsan

acaip suçluysam

havada ihanetdışarıda sıcak

duvarda yazılar

kalbimizde acılar varsa da

bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim



mektubun geldi bugün haziran

kimselere göstermediğin ak saçlarının kıvrımlarından

haberin geldi

haberin geldi iki damla gözyaşın kağıtta

çok bakarsın yağmur yağanda

ıslak ve buğulu camların ardından bilirim

bilirim, acı

nasıl oturur adam yüreğine

ne var yani işte

iyiyim diyorum ya

inan olsun iyiyim anne

insan gerçekten iyi oluyor, iyiyim dedikçe

bak üzülme

yazıyorum bir daha

nolur üzülme

üzülmüyor analar

oğulları üzülmüyorum dedikçe



bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim

biz de soluk alıp vermedeyiz

yani her insan gib isevmekteyiz, seviecek şeyleri

bir kır çiçeğini çimeni toprağı börtü böceği

kurban bayramlarında kınalı koçları

başları eloyası işlemeli yemeni ile kapalı

bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı

pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları

Acelem Var

Acelem Var

Yarına hükmüm geçmez, heybemde azığım yok
Ecel pusuda bekler ve benim acelem var.
Karanlığın çiğ sesi kalkansız karşılanmaz
Çırpınır tutunacak dalı olmayan kuşlar
Benim de acelem var! ...

Yırtık bir paraşütle gökten atlamak olmaz
Toprak kucak açsa da düşmeden donar kanın.
Mum eriyip bitiyor, zaman deli bir rüzgâr
Son nefes ki takvimde hasatı ölü bir yaz
Ve benim acelem var! ...

Bir bineğim olsun ki rüzgârdan hızlı uçsun
Yeri göğe bağlasın som tevhid urganıyla.
Üstüme kar yağarken içimden tepsin bahar
Dost gönlümü ısıtsın yıldızlı yorganıyla
Benim ki acelem var! ...

Aynayı ayna yapan ışık ile gören göz
Tara kâküllerini çökmeden karanlıklar.
Kuş kafesten uçanda dövünmek neye yarar
Bir kez orman yanmasın neye yarar kül ve köz
Bundan ki acelem var! ...

Şeytanı karıştırma, hep sağlam pusat kuşan
Biraz daha! diyenin avını uyku taşlar.
Yörük atlar aksamaz besmele göynüğünde
Son dergâhta yavaşlar
Ve benim acelem var! ...

Yarın için tapum yok, Hakktan gayri kapım yok!
Hamurum mayalandı ve benim acelem var! ...
Her şiirde ruhumu ateşlere veririm
Bir yandan balım akar, bir yandan torçum akar
Yüzü ak gitmek için bu günden acelem var!

8 Ocak 2013 Salı



Kudüs
Ağladım tükendi gözyaşım ağladım
Ağladım mumlar bitti ağladım namaz kıldım
Bitirdi beni vardığım rükûlar
Sende Muhammedi Yesuğu aradım
Ey Kudüs ey peygamberler kokusu
Ey yerin göklere en yakın avlusu


Ey Kudüs ey yolların ışığı
Ey parmaklarını yakan güzel çocuk
Ey Peygamberin geçtiği gölgeli ova
Hüzünlü gözlerinle ey kentlerin incisi
Acıdır cadde taşları
Acıdır müezzin sesleri
Ey Kudüs ey sevdaya bürünen güzel


Kimdir Kıyamet kilisesinde çalan çanları
Pazar sabahları
Kim getirir çocuklara oyunları
Milat gece yarıları
Ey Kudüs ey kentlerin acılısı
Ey gözkapakları arasında kabaran büyük gözyaşı damlası
Kim durdurur düşmanları
Sana karşı ey dinlerin gerdanlığı
Kim siler kanları duvar taşlarından
İncili kim kurtarır
Kuranı kim kurtarır
Kim kurtarır İsayı öldürenlerden
İnsanı kim kurtarır


Ey Kudüs ey kentim
Ey Kudüs ey sevgilim
Yarın çiçek açacak limon ağaçları
Açılıyor yeşil sümbüller zeytinler
Gülüyor gözler
Dönüyor giden güvercinler gene
Tertemiz masmavi göklere
Dönüyor çocuklar oyunlarına
Babalar oğullarla buluşuyor
Senin çiçekli tepelerinde
Ey zeytin ülkesi ey selam ülkesi


Şair: Nizar Kabbani
Veda
Bu şehirden gidiyorum

Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi

Gururu yıkılmış soy atlar gibi

Bu şehirden gidiyorum



İnsanlar taş gibi bana yabancı

Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda

Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa

O ışıksız pencereden

Ben onu bile bile duymuyor gibiyim.



Bu şehirden gidiyorum

Gömerek geceyi içime

Sabahın hüznünü beklemeden

Gidiyorum bu şehirden.

  Erdem Beyazıt

Yakarış İlahisi

Yakarış İlahisi
 
hayatı ve kalbimizi geri istiyoruz.
her gün yaşadığımıza,
ve bedenimizi eskittiğimize,
takvim yaprakları işaret düşüyor.
yer gök sarsılıyor,
ve sımsıkı sarıdığımız hayatlarımıza,
ölüm doğuyor her sabah.
şimdi; bu girift zamanın yetim çocukları bizler,
göç edip giden turnaları geri çağırıyoruz.
çünkü biz sert rüzgarlara değil,
narin yellere yol veren yiğit adamlarız.
zindanlarda sahici gülen,
dolu dizgin bir tufana taylarımızı sürenleriz.
her gülüşümüzde yağmurlar getiririz uzak iklimlerden.
çıra renkli kor kalplerimizle severiz güzelleri.
şehre ileniriz, şehir ki; gözlerimizi ağrıtır baktıkça.
soğuk kaldırımlarda gülümseyen kelebeklere
türkü yakarız.
biz hayatı, kalbimizi ve aşklarımızı geri istiyoruz.
duy bizi ey kalblerin sahibi...

Adem Özbay

Bu Çağrı Sanadır

Bu Çağrı Sanadır

Bir damla SU gönder bana
Eğer gönderebilirsen
Ana sütü gibi tertemiz olsun
Bir damlası Karadeniz
Bir damlası Akdeniz olsun

Bir avuç TOPRAK gönder bana
Edirne koksun, Ağrı koksun
Her zerresi burcu burcu
Türkiye koksun
Anadolu’dan çağrı koksun

Bir dilim EKMEK gönder bana
Yiyince lezzetini hissedeyim
Bereketini hissedeyim
Köy köy, tarla tarla
Memleketimi hissedeyim

Bir demet ÇİÇEK gönder bana
Renkleri;
Sarı, kırmızı, beyaz ve mavi olsun
Râyihâsı, estetiği
semâvi olsun

Bir tutam SEVDA gönder bana
Veysel Garani’nin, Yunus Emre’nin
Sevdasından olsun
Mevlâna’nın Mevlâ’sından olsun
Sevdâların hasından olsun

Bir RÜYA gönder bana
Yürürken, otururken
Güneşi, Ayı seyredeyim
Aradan kalksın tüm duvarlar
Mâverâyı seyredeyim

Bir damla ALINTERİ gönder bana
Yazdığın ŞİİRLERİ gönder bana
Okumaya ihtiyacım var...

 Abdurrahim Karakoç

Tüm sınırları aşmak istiyorum

Tüm suskunluğumu yırtmak istiyorum bir gün anne..!! Ve sağır kulaklara haykırmak... Tüm sınırları aşmak istiyorum anne... Ve sonsuza ulaşmak...

Bir Direniştir Yaşamak...