Kimse kimsenin yarasına inanmıyor artık....Yok ötesi kendi acımız ile öleceğiz...Tarık Tufan
Yitiközne
22 Aralık 2013 Pazar
28 Eylül 2013 Cumartesi
DOKTOR....
Öylesine derin ki içimdeki kuyu
Ne çekersem çekeyim hep boş,
Hep muamma
Bir ip uzat bana doktor!
Bir dikiş at, majör yalnızlığıma
Yolumu kaybettim bir akşam vakti
Yanlışlıkla geldim ben bu diyara
Değerini bilseydim aldığım nefeslerin
Güllerin ruhunda örselenmezdim
Poyraz biriktirmezdi çöllerim
İnatçı bir iltihap devrederken nöbeti
Susardı kimyasal çığlığı
Günleri sayılı drajelerin,
Uslu bir dağın tuzlu terinde gizli
Ne çekersem çekeyim hep boş,
Hep muamma
Bir ip uzat bana doktor!
Bir dikiş at, majör yalnızlığıma
Yolumu kaybettim bir akşam vakti
Yanlışlıkla geldim ben bu diyara
Değerini bilseydim aldığım nefeslerin
Güllerin ruhunda örselenmezdim
Poyraz biriktirmezdi çöllerim
İnatçı bir iltihap devrederken nöbeti
Susardı kimyasal çığlığı
Günleri sayılı drajelerin,
Uslu bir dağın tuzlu terinde gizli
Kışı umursamayan çamların özgüveni
Sıram gelir ipe asılacak kumaş misali
Duygusal bir sonucu tahlil eder paniğim
En narin kristalden yapılmıştır kalbim
Bahanesi çoktur kırılmak için
Renki bahçelerde gezinirken terapi
Sonunda benimde ikrarım olur mavi
Senin de arafların vardır doktor
Hipokrat yemini eder mi çelişkiler?:
Kaç stabil mevsim beni bekler?
Kaç kez daha kan vereceğim:
Uykuya hasret damarlarımdan?
Yan etkisi her an pusudayken hayatın
Kapsüller geçer rüyalarımdan
Ah! benim kadim iç savaşım
Ve medikal zaferler, zihnimin raporunda
Bir çiçeğin genlerinde kaç dirhem varsa sitem
O denli hızırsal bir ilaç yaz bana
Diz çöktürsün kalp ağrıma
Zaman aşımına uğrayan bir tedavi benimki
Eli yüzü düzgün bir hükmü bile yok
İsli acziyetimden sıyrılıp
Kendi koynumda büyütmüşüm tasalarımı
Bütün pencereleri aç doktor, ben rüzgarsız duramam
Kurak topraklara düştü yüreğim
Bir damla can suyu serp, biçimli ellerinle
Huzurun anatomisini çizelim birlikte
Uzun metrajlı bir yara bu bendeki
Lakin kaç arşın çaresizliğim; bilemiyorum
Sıram gelir ipe asılacak kumaş misali
Duygusal bir sonucu tahlil eder paniğim
En narin kristalden yapılmıştır kalbim
Bahanesi çoktur kırılmak için
Renki bahçelerde gezinirken terapi
Sonunda benimde ikrarım olur mavi
Senin de arafların vardır doktor
Hipokrat yemini eder mi çelişkiler?:
Kaç stabil mevsim beni bekler?
Kaç kez daha kan vereceğim:
Uykuya hasret damarlarımdan?
Yan etkisi her an pusudayken hayatın
Kapsüller geçer rüyalarımdan
Ah! benim kadim iç savaşım
Ve medikal zaferler, zihnimin raporunda
Bir çiçeğin genlerinde kaç dirhem varsa sitem
O denli hızırsal bir ilaç yaz bana
Diz çöktürsün kalp ağrıma
Zaman aşımına uğrayan bir tedavi benimki
Eli yüzü düzgün bir hükmü bile yok
İsli acziyetimden sıyrılıp
Kendi koynumda büyütmüşüm tasalarımı
Bütün pencereleri aç doktor, ben rüzgarsız duramam
Kurak topraklara düştü yüreğim
Bir damla can suyu serp, biçimli ellerinle
Huzurun anatomisini çizelim birlikte
Uzun metrajlı bir yara bu bendeki
Lakin kaç arşın çaresizliğim; bilemiyorum
Hüznüm ölçüsüz doktor
Bir elem kesici yaz bana,
Bir de hacimsiz nefes
Gün be gün kısılıyor çünkü,
İçimdeki dirençli ses...
İçimdeki dirençli ses...
Meryem Eroğlu
2 Eylül 2013 Pazartesi
29 Ağustos 2013 Perşembe
Şahidiz Sen Kazandın Ey Şehit Esma....:(
Mısır'daki askeri yönetim karşıtı gösterilerin sembolü haline gelen Esma el-Bilteci'nin ailesi, şehit Esma'yı ve yaşadıkları acıyı anlattı.
ERDOĞAN'IN KIZIM İÇİN AĞLADIĞINI GÖRÜNCE
ERDOĞAN'IN KIZIM İÇİN AĞLADIĞINI GÖRÜNCE
Eşi Muhammed el-Bilteci'nin kızı Esma'yı şehit olmadan üç gün önce rüyasında cennette gelinlikleriyle gördüğünü aktaran Anne Sena el-Bilteci, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Baba Bilteci'nin kızına yazdığı mektubu dinlerken gözyaşlarını tutamadığı görüntüleri izlerken duygulu anlar yaşadı.
Bilteci, "Darbeden bu yana karşılaştığımız felaket, insanlıktan uzak vahşetin yoğun olduğu bir ortamda, Başbakan Erdoğan'ın kızım için ağladığını gördüğümde, az da olsa yeryüzünde insanlığın kaldığını hissettim" şeklinde konuştu.
ESMA'NIN ŞEHADETİ EN AĞIR OLANIYDI
ESMA'NIN ŞEHADETİ EN AĞIR OLANIYDI
"Benim dört erkek, bir kız çocuğum vardı. Yıllardan beri birçok sıkıntı ve belalara maruz kaldık ancak bunlar içinde Esma'nın şehadeti en ağır olanıydı. Tek kızımı kaybettim. Erkek çocukların meşguliyetleri genellikle dışarıda oluyor malum, Esma'nın gidişinin ardından kendimi çok yalnız hissettim, sürekli beraberdik. Gidişinin ardından sanki kızımı değil, bana beslediği sevgiden dolayı sanki annemi kaybettim. Yanındayken kendimi güvende hissediyordum"
ISRARLA ABDEST ALDI VE GÖZÜMÜN ÖNÜNDE KAYBOLDU
Bilteci, kızının hayatını kaybettiği anları şöyle anlattı:
"Gaz bombalarının yoğunluğundan boğulacak duruma geliyorduk ve çevremizde insanların şehadete ulaştıklarına tanık oluyorduk. Esma'nın yüzüne bakıyordum henüz küçük yaşında olmasına rağmen kendisinin bunlar karşısında etkilenmeden sapasağlam durduğunu gördüm. Bilakis o beni cesaretlendiriyordu. Kurşunların ve gaz bombalarının yoğunluğunun altında olmamıza ve kimsenin hareket edecek gücünün olmamasına rağmen çantasından küçük bir su şişesi çıkartarak, abdest alma konusunda ısrar ederek su dökmemi istedi. Bu arada gazın etkisini azaltması için yüzümü sirkeyle yıkıyordu. Daha sonra Rabia'daki Sahra Hastanesi'ne gitme konusunda ısrar etti, 10 dakika kadar sonra telefonlarıma cevap vermiyordu. Ardından bulunduğum yere geri geldi, kendisine biraz çıkıştım 'Esma beni niye bıraktın, ne olacağını bilmiyoruz kızım birlikte olalım' dedim. Bana gülümseyerek baktı ve hiçbir şey demedi, sonra beni yanaklarımdan öptü ve gözümün önünden kayboldu gitti."
HASTANEDE YA RAB, YA ALLAH DİYORDU
Daha sonra oğlu Halid'in kendisine Esma'nın vurulduğunu aktardığını anlatan Bilteci, "Sahra Hastanesi'ne gittiğimde şehitler ve ağır yaralılarla karşılaştım. Esma'nın yanına gittiğimde sabırlı ve metanetliydi. 'Ya Rab, Ya Allah' diyordu. Anlayamadığım sözleri mırıldanıyordu. Yüzünü siliyordum ve kendisine 'Hayatım sabret, metanetli ol' derken bana 'Anneciğim ben iyiyim' diyordu. Beni rahatlatmak istiyordu. Ancak yatağın altından çok miktarda kanın aktığını görünce doktorlar acil kan nakli yaptılar fakat vücudu bunu kabul etmedi. Ameliyat odasına götürülürken ortalıkta birçok ceset ve ağır yaralı gördum. Her tarafta vahşetin izleri vardı. Onu ameliyat odasına bıraktım ve çıktım, birkaç dakika sonra şehit olduğu haberi geldi" şeklinde konuştu.
VURULDUĞUNDA KUR'AN OKUYORDU
"Allah onu bu dünyanın çirkinliklerinden kurtardı" diyen Bilteci, "Esma 4 ay önce Kur'an-ı Kerim hıfzını tamamlamıştı. Rabia meydanını, oradaki yaralıları Kur'an okuyarak korumaya gayret gösteriyordu. Tanık olanların anlattığı kadarıyla vurulduğu esnada Sahra Hastanesi'nin önünde elindeki mushaftan Kur'an okuyormuş. Arkadaşlarının uyarılarına rağmen bir elinde Kur'an'ı tuttuğu diğer eliyle de taş toplayıp gençlere verdiğini söylediler. O, zulme ve tuğyana karşı mücadele ederken şehit oldu" ifadelerini kullandı.
HASTANE ESMA'YI KABUL ETMEDİ
Bilteci ailesinin en büyük oğlu Ammar, kardeşi Esma'nın yanına hayatını kaybettikten sonra ulaşabildiğini belirterek, kardeşinin naaşını taşıdıkları anlarla ilgili şunları kaydetti:
"Cenazeyi oradan götürmeyi uygun gördük çünkü rejimin cesetlere neler yapabileceğine daha sonradan da tanık olduk. Hastane yetkilileri, kendilerine Rabia'dan hiçbir yaralı ve ölü kabul etmemeleri talimatı verildiğini bildirdi."
MEDYA ESMA'NIN ÖLÜM HABERİNİ YALANLADI
Mısır basınının, kardeşi Esma'nın ölüm haberini yalanlamasının bir önemi olmadığını belirten Ammar, "Başından beri isteyen inansın, isteyen yalanlasın dedik. Bu gerçek, bizim için tüm bu haberlerden çok daha önemli ve değerli. Yalanlayanlara cevap olsun diye çekim yapılması tekliflerini kabul etmedik. Buna rağmen şehit olmasının ardından bazı resimleri yayınlandı, bunun sorumluluğu bize ait değildir. Eve gelen arkadaşları ve akrabaların son bir kez görmeleri için ambulansın kapısını açıp insanların veda etmeleri için yüzünü görmelerine müsaade ettik" dedi.
ESMA'YI ÖZLEDİK, BÜYÜK BİR ACI DUYUYORUZ
Ammar Bilteci, "Kardeşine ve babana bir mesajın var mı " sorusunu, "Esma'nın benim mesajıma ihtiyacı yok. Ancak kendisini özledik büyük bir acı duyuyoruz. Onun şu an mutlu olduğunu hissediyoruz. Allah'tan bizi onun mertebesine ulaştırmasını diliyoruz. Babama ise şunu söylerim, 'Metin ol, bizler inşallah bu yolda sizlerin takipçisiyiz. Zalimler nasıl bir devrimle tersyüz olacaklarını görecekler" diye cevapladı.
Mısır makamları tarafından kakkında tutuklama kararı çıkarılan Müslüman Kardeşler Teşkilatı (İhvan) yöneticilerinden Ezher Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhammed el-Bilteci, El-Cezire televizyonunda dün yayınlanan video görüntüsünde, kızı Esma'nın öldürülmesi olayına ilişkin, "Allah, sesini kesmek için kurşunla öldürmek istedikleri o çiçek Esma'nın isminin ve resimlerinin tüm dünyada yüceltilmesini istedi. Herkes onu rahmetle anıyor, resimlerini Türkiye'de, Kabe'de ve Medine'de yükseklerde taşıyorlar. Bu da sadece Allah'ın istediğinin olacağını müjdeliyor" ifadelerini kullanmıştı.
Kaynak: AA
28 Ağustos 2013 Çarşamba
19 Ağustos 2013 Pazartesi
Düşme ...........
Düşme
"Düşersen bağımsızlığını ilan eder dostların
Görüş günlerin yasaklanır, gelenin gidenin olmaz
Bayram eder düşmanların düşme.
Düşünce bütün düşüncelerin değişir hayata dair...
Dostluk arkadaşlık aşk yeniden şekillenir beyninde düşme...
.......
Hayatın ve dostların vefasızlığını görünce
Yaralanır duyguların en derinden
Düşme...
........
Düştün mü ilk önce güvendiklerin vurur sırtından
Kimse bakmaz yüzüne işe yaramaz adam olursun
Bir bir uzaklaşır dostların senden
Tutacak dal bulamaz yorulursun düşme...
Düştün mü isyan edersin yaşadığın hayata
Gözyaşlarını dökersin her gece yastığa
Yılanın ne kadar masum kurdun suçsuz
Çakalın çakal olmadığını anlarsın ikiyüzlü insanları görünce
Düşme...
.........
Düşenin dünyada dostu yok imiş aman aman
Yok imiş ölem ölem
Düşme...
Düşünce sahili olmayan koca bir deniz olur dünya
Sığınacak bir liman bulamaz kaybolursun
İkiyüzlü düzenbazlar hüküm sürerken
Sen kederinden kahrolursun/ Düşme...
...........
Düştün mü... Başucunda bir tek anan olur
Gerisi yalan olur
İmdat demeye engel olur gururun düşme.
Kalıbı beş para etmez adamın söylediği sözler yaralanır olur
Düşme...
............
Düşersen maziye dalar gider gözlerin
Yazılmamış hikaye olursun
Düğümlenir boğazında kelimeler kederinden kahrolursun düşme...
Haddini de hesabını da bileceksin bugünlerde
Yoksa farkın kalmaz bu yolda gelip gidenlerden
Seni üzenleri hayatından sileceksin gerekirse
Düşme...
..............
En iyisi mi bir kurşun sık hayatının orta yerine
Barut izleri kalsın ellerinde
Ama sakın düşme...
Düşenin dünyada dostu yok imiş..."
İbrahim Dizlek
23 Temmuz 2013 Salı
ZAMANIN İNCİSİ
15 Ramazan 1434
Ramazan kendi iklimiyle gelir ve kuşatır kalplerimizi.Çağırır acıyan bir can, susamış bir gönül neredeyse oraya..Gidebiliyorsak ne mutlu bize.
.............................................
Işığın kalbi çarptı bir gece
Ayın bakışları değdi dağların üzerine
Mahyalara dizilirken en nurlu tebessümler
Veren ele konmayı düşledi yeşil kelebekler
En kadim mirastı sadaka
Heyhat! tozlanmış tavanarasında yıllarca
Şanlı harfler yıldız misali döküldüğünde
Taze bir merhamet gibi sokuldu avuçlara
Çeşmeden akan su, bir el uzatımı kadar yakın
Ve bin arşın kadar uzakmış, bildik
Sabır bahçelerine gül tohumuyla dikildik
Ecre adanmış zamanlarda
Vakur bir esaretle mühürlüydü diller
Sönük sofralara ihtişam sunan bahçeler için
Kalbe verildi önce meleksi ziyafet
Esse bir nebze rüzgâr
Susuz ikindiyi bağrına bassa umman
İnsana kalemle yazmayı öğretenin adıyla
Oku! ve okusun kainat
Yazmaktan yorulmaz katip
Ateşe verildiğinde cürüm
Silkindi rehavetten terazi
Dengenin kazasına icab eyledi davet
Kutlu terennümler bu mizanda emanet
Reyyan kapısına ram olmak için
Affa müştak sinelerde bir diriliş humması
Ve nihayet
Sonsuz nimet bestesi çalındığında
Aksayan övgülerde tekamül etti sûkunet
Ufuklardan ses gelmiyor
Hangi damlaya sığınmış değerli yağmurlar?
Milyon yıllık hatırlı vahiyde gizli
Zamanın incisini saklayan denizler
Kalmışsa bir katre ihsan
Hurma yapraklarına yazılsın iyilik
Meçhul muştular coğrafyasında
Tükenmeyen hazineyi paylaşsın imsak
Aç bir günbatımı düşerken sofralara
Zengin kılıflara girsin seferi kanatlar
Güneşi bir görse tutulurdu ay
Ve tutulurdu savm, düşmemek adına
Ziyası sönerdi günün sahura bir rastlasa
Dörtnala dualar yükselirdi arşa
Saatler duru, niyetler ayan beyan
Ey! ekmek ve zeytinle rızıklandıran
Biçimlendir ruhumuzu göğe eş bir kıyamla
Bin aydan hayırlı selamlar gönder bize
Hilalin nurunu değdir evlerimize
Yitik Özne
15 Ramazan 1434
Ramazan kendi iklimiyle gelir ve kuşatır kalplerimizi.Çağırır acıyan bir can, susamış bir gönül neredeyse oraya..Gidebiliyorsak ne mutlu bize.
.............................................
Işığın kalbi çarptı bir gece
Ayın bakışları değdi dağların üzerine
Mahyalara dizilirken en nurlu tebessümler
Veren ele konmayı düşledi yeşil kelebekler
En kadim mirastı sadaka
Heyhat! tozlanmış tavanarasında yıllarca
Şanlı harfler yıldız misali döküldüğünde
Taze bir merhamet gibi sokuldu avuçlara
Çeşmeden akan su, bir el uzatımı kadar yakın
Ve bin arşın kadar uzakmış, bildik
Sabır bahçelerine gül tohumuyla dikildik
Ecre adanmış zamanlarda
Vakur bir esaretle mühürlüydü diller
Sönük sofralara ihtişam sunan bahçeler için
Kalbe verildi önce meleksi ziyafet
Esse bir nebze rüzgâr
Susuz ikindiyi bağrına bassa umman
İnsana kalemle yazmayı öğretenin adıyla
Oku! ve okusun kainat
Yazmaktan yorulmaz katip
Ateşe verildiğinde cürüm
Silkindi rehavetten terazi
Dengenin kazasına icab eyledi davet
Kutlu terennümler bu mizanda emanet
Reyyan kapısına ram olmak için
Affa müştak sinelerde bir diriliş humması
Ve nihayet
Sonsuz nimet bestesi çalındığında
Aksayan övgülerde tekamül etti sûkunet
Ufuklardan ses gelmiyor
Hangi damlaya sığınmış değerli yağmurlar?
Milyon yıllık hatırlı vahiyde gizli
Zamanın incisini saklayan denizler
Kalmışsa bir katre ihsan
Hurma yapraklarına yazılsın iyilik
Meçhul muştular coğrafyasında
Tükenmeyen hazineyi paylaşsın imsak
Aç bir günbatımı düşerken sofralara
Zengin kılıflara girsin seferi kanatlar
Güneşi bir görse tutulurdu ay
Ve tutulurdu savm, düşmemek adına
Ziyası sönerdi günün sahura bir rastlasa
Dörtnala dualar yükselirdi arşa
Saatler duru, niyetler ayan beyan
Ey! ekmek ve zeytinle rızıklandıran
Biçimlendir ruhumuzu göğe eş bir kıyamla
Bin aydan hayırlı selamlar gönder bize
Hilalin nurunu değdir evlerimize
Yitik Özne
13 Şubat 2013 Çarşamba
Destansı lider Recep Tayyip Erdoğan'a
ERDEMLİ HÜKÜMDAR
Kendi başına büyüyen zambaklara uğrarken yağmur
Rahmetle sulanır yazgı, hayâl topraklarında
Son yazdığı şiiri kendine bağışlar şair
İçli bir âh gibi sürünürse âhenk, tren raylarında
Ne kadar uçsada bulutlara ulaşamaz uçurtma
Adanmışlığı yoksa aşkının, yenilenme çağında
Daha kaç kapı dayanır darbelere sorgusuz
Kaç siyâsi düşün yeri var. bir davanın tutkusunda
Denize atılan iyiliği derinliği olan görür
İstanbul kadar bir nâra zirveleşir kürsüde
İncinmişliğini de gördük nihâyet huzurun
Veda rengine çalan koyu yeşil gözlerinde
Vaktiyle ne günler geçirdik biz;
Asırlık çınarları biçti takvimlerimiz
Sonbaharın ağlayan yanıydı eylül
Küskün soluğunda virâne hayatların soluğu duyulurdu
Tutuklanırdı hayâller müebbet istemiyle
Peşimizde ünlemini bozmuş bir alfâbenin hoyrat adımları
Kabuğundan önce gam bağlardı yaralarımız
Ve basardı her akşam karanlığı, içimize bilinmezliğin
Geçer dedi bir gün, sandıkta saklı bir hüküm
Eteklerine hüzün ekmiş bu ülkeden
Er'ken Doğan bir yaz güneşi kadar heyecenlı
Kendi vefasıyla umudu tanıştıran bir hükümdar geçer
Bir hükümdar ki!
En ince yerinden kurmuş sevdasını, yüreğinin saatine
Ve fütursuzca sermiş yüreğini
Yağlı mavzerlerin pusularda dikilen cepkenlerine
Yar eylemiş insanını, yâren eylemiş , can evine
Artık çözülür kelepçesi mahzun çiçeklerin
Yeniden açar yanağında gülleri mevsimlerin
Boyuna büyüyen bir ağaca dönerken umut
Hasretle kucaklar bekleyen öznesini
Suya bulandırmadan dokunan şarkılar
Sözleri müjde, ezgisi zafer tadında
Örtüsünü hüzünle oyalamış bu ülkeden
Yaz mehtabı kadar müşfik bir hükümdar geçer
Kukla kahramanlara inat bir doğal destan geçer
Yıldız tozuna banıp, yazar adını kalemler
Yitik Özne
ERDEMLİ HÜKÜMDAR
Kendi başına büyüyen zambaklara uğrarken yağmur
Rahmetle sulanır yazgı, hayâl topraklarında
Son yazdığı şiiri kendine bağışlar şair
İçli bir âh gibi sürünürse âhenk, tren raylarında
Ne kadar uçsada bulutlara ulaşamaz uçurtma
Adanmışlığı yoksa aşkının, yenilenme çağında
Daha kaç kapı dayanır darbelere sorgusuz
Kaç siyâsi düşün yeri var. bir davanın tutkusunda
Denize atılan iyiliği derinliği olan görür
İstanbul kadar bir nâra zirveleşir kürsüde
İncinmişliğini de gördük nihâyet huzurun
Veda rengine çalan koyu yeşil gözlerinde
Vaktiyle ne günler geçirdik biz;
Asırlık çınarları biçti takvimlerimiz
Sonbaharın ağlayan yanıydı eylül
Küskün soluğunda virâne hayatların soluğu duyulurdu
Tutuklanırdı hayâller müebbet istemiyle
Peşimizde ünlemini bozmuş bir alfâbenin hoyrat adımları
Kabuğundan önce gam bağlardı yaralarımız
Ve basardı her akşam karanlığı, içimize bilinmezliğin
Geçer dedi bir gün, sandıkta saklı bir hüküm
Eteklerine hüzün ekmiş bu ülkeden
Er'ken Doğan bir yaz güneşi kadar heyecenlı
Kendi vefasıyla umudu tanıştıran bir hükümdar geçer
Bir hükümdar ki!
En ince yerinden kurmuş sevdasını, yüreğinin saatine
Ve fütursuzca sermiş yüreğini
Yağlı mavzerlerin pusularda dikilen cepkenlerine
Yar eylemiş insanını, yâren eylemiş , can evine
Artık çözülür kelepçesi mahzun çiçeklerin
Yeniden açar yanağında gülleri mevsimlerin
Boyuna büyüyen bir ağaca dönerken umut
Hasretle kucaklar bekleyen öznesini
Suya bulandırmadan dokunan şarkılar
Sözleri müjde, ezgisi zafer tadında
Örtüsünü hüzünle oyalamış bu ülkeden
Yaz mehtabı kadar müşfik bir hükümdar geçer
Kukla kahramanlara inat bir doğal destan geçer
Yıldız tozuna banıp, yazar adını kalemler
Yitik Özne
5 Şubat 2013 Salı
Sonbahar
Sonbahar
Yaprak, çiçek ve kuş dağılır, târümâr olur.
Mevsim boyunca kendini hissettirir vedâ;
Artık bu dağdağayla uğuldar deniz ve dağ.
Yazdan kalan ne varsa olurken haşır neşir;
Günler hazinleşir, geceler uhrevîleşir;
Teşrinlerin bu hüznü geçer tâ iliklere.
Anlar ki yolcu, yol görünür serviliklere.
Dünyânın ufku, gözlere gittikçe târ olur,
Her gün sürüklenip yaşamak rûha bâr olur.
İnsan duyar yerin dile gelmiş sükûtunu;
Bir başka mûsıkîye geçiş farzeder bunu;
Teslîm olunca va'desi gelmiş zevâline,
Benzer cihâna gelmeden evvelki hâline.
Yaprak nasıl düşerse akıp kaybolan suya,
Ruh öyle yollanır uyanılmaz bir uykuya,
Duymaz bu ânda taş gibi kalbinde bir sızı:
Farketmez anne toprak ölüm mâceramızı.
27 Ocak 2013 Pazar
Bir baba gittiğinde;
Arkanı yasladığın duvar
Sabahları sıcak ekmek
Okul harçlığı, otobüs bileti
Ciğerinden bir parça gider
Gider de gider...
En sinirli anında bile,
Dudağının kenarında bir gülümseme
Bayramda öpülecek el
Çocuklarımızı sırtında taşıyan
O sevimli dede gider
Gider de gider...
Bir içten "oğlum, kızım" sözünün sahibi
İnatçı bir siyasetçi
Koca bir beden
Çocuk bir yürek
Anneyle yapılan lüzumsuz tartışmalar
Heyecanlı bir taraftar
Çalışkan bir "Adam" gider
Gider de gider...
Bir sarılmaya, bir çift söze bile
Fırsat vermez Azrail
Vakit geldiği zaman
Sadece baban değil
Atan gider
Canın gider
Kanın gider
Gider de gider...
Dolmaz boşluğu kısa zamanda
Hep bir ses ararsın, bir nefes
Bir anahtar tıkırtısı
Yanlış bir iş yapınca
Gözünün içine bakılmasını
Ama sadece beklersin
Çünkü;
Bir baba gittiğinde,
Sadece baban değil;
Bir dostun,
Bir arkadaşın,
Bir sırdaşın,
Bir öğretmenin,
Bir ustan,
Bir yanın gider...
Gider de gider !
25 Ocak 2013 Cuma
23 Ocak 2013 Çarşamba
GÜLÜN BAĞRINDA SANCI..
Bir hüzün güle dair, bu Veda'nın Hutbesi
Her yağmur hüznü sever, topraktandır nefesi
Nerde görüldü güllerin ayrılıkla solduğu?
Bir gülün miâdının altmış üç yılda dolduğu
Yıldıza yeminle başlayan sözlerde saklı
İncir ve dâhi zeytin, bu vedayla ağlamaklı
Vaktiyla Hicaz'dan değerli bir bahar geçti
Beklenen O server bu emin beldeyi seçti
Âlem, kandille döşeli bir sabaha uyandı
Sokaklar güneşi milyon kat büyüdü sandı
Yörük develer mûkim, döndü günahın nevri
Küçük kızlara müjde, bitti cehâlet devri
Zîşan bir isme mihmandar, Halime'nin evi
Süt kokulu lîsanında, yetimliği münzevi
Her dâim gri bir bulut, başının üzerinde
Sessiz çöl nakışları,cefâkar ellerinde
Cennetten düşen bir çift cemre gözleri
Şefkatin terennümü, bal ırmağı sözleri
Katıksız sofrasında bir hurma, bir de zeytin
Cesaret nâmeleri her yerinde Ehl-i Beyt'in
Omzunda hasır izi, ayaklarında nasır
Nazara değdi mühür, ifşâya hükmoldu sır
Kalender hânesinde yoksulluk bâki, ne gam
Kisra'nın Sarayı'nda yoktu böyle ihtişam
Kırkında gün aldı gül, hakikat ayan beyan
Tozlar savruldu göğe, zühreye vardı tuğyan
Kolay mı bir yarayı şifa için dağlamak?
Ateşin çevresinde gürül gürül çağlamak
İnkâr kentinin ortasında, bir isyan ki kopkoyu
Bu inat, cüzzamlı ruhların Ebrehe soyu
Sen şairsin dediler, bunlar eski masallar
Zihnin hayal beşiği, ellerin onu sallar
İkiye bölündü ay, nehir oldu parmaklar
İpekten bir yol oldu, sarı benizli kumlar
Dedi ki, versenizde vazgeçmek ne kelime
Güneşi bir elime, ayı diğer elime
Kalem ile yazmayı öğretenin ismiyle
Sayfaya düştü harfler, katip mürekkebiyle
Dermansı nefesinden döküldükçe sûreler
Yasin'le yüreklendi bütün değerli sözler
Mâna zırhını giyen cümle kerim âyetler
İnsanlığa armağan en ebedi çiçekler
Mekke sokaklarında Hicret'in izleri var
En muştulu gelişle, bahtiyar oldu Ensar
Karanlık ilmek ilmek yüreğinde gecenin
Vahiy tazeliğinde yumurtası güvercinin
Ve ankebut ağını özenle ördüğünde
Mucizeyle sustu zaman,çalgısız bir düğünde
Hira'nın düğünü bu, inananlar davetli
Sevr dağındaki ikbâl, ezelden bereketli
Ağır bir hezimetle yüzleştikleri yerde
Haris micrimlerin gözüne çekildi perde
Gözleri var görmezler, gurur sarhoşu onlar
Onlar için hazırlandı nice müessif sonlar
Bir rüya kadar süren gece yolculuğuyla
Yedi alemi gezdi, Cibril'in soluğuyla
Refref'in eşşliğinde Hudut Ağacı'na vardı
Emsalsiz bir ihtişam dört bir yanını sardı
Gözünün nuru namaz, Miraç'ın hediyesi
Ve son âyetleriyle Bakara sûresi
Kırılan incinin âhı kimden sorulur
Destan yazmaya kalksa, kalem bile yorulur
Ashab'ın kılıçları kasırgayla bilendi
Hendekte bitkin hisler, korkuyla hançerlendi
Önde şanlı kumandan, kutlu çağ süvarisi
Müstahkem burçlarıyla mağrur, Hayber Kalesi
Yıldızlar dökülmedi o günlere var daha
Bu asır Saadet Asrı, kızgın çöllere vaha
Veysel'i bir sevdayla küllerinden doğdu nur
Sonsuzluğa biad etti Akabe'de onur
Ay bile uyumadı değerlendirdi her ânı
O'ydu mahzun gönüllerin biricik kahramanı
YİTİK ÖZNE
Bir hüzün güle dair, bu Veda'nın Hutbesi
Her yağmur hüznü sever, topraktandır nefesi
Nerde görüldü güllerin ayrılıkla solduğu?
Bir gülün miâdının altmış üç yılda dolduğu
Yıldıza yeminle başlayan sözlerde saklı
İncir ve dâhi zeytin, bu vedayla ağlamaklı
Vaktiyla Hicaz'dan değerli bir bahar geçti
Beklenen O server bu emin beldeyi seçti
Âlem, kandille döşeli bir sabaha uyandı
Sokaklar güneşi milyon kat büyüdü sandı
Yörük develer mûkim, döndü günahın nevri
Küçük kızlara müjde, bitti cehâlet devri
Zîşan bir isme mihmandar, Halime'nin evi
Süt kokulu lîsanında, yetimliği münzevi
Her dâim gri bir bulut, başının üzerinde
Sessiz çöl nakışları,cefâkar ellerinde
Cennetten düşen bir çift cemre gözleri
Şefkatin terennümü, bal ırmağı sözleri
Katıksız sofrasında bir hurma, bir de zeytin
Cesaret nâmeleri her yerinde Ehl-i Beyt'in
Omzunda hasır izi, ayaklarında nasır
Nazara değdi mühür, ifşâya hükmoldu sır
Kalender hânesinde yoksulluk bâki, ne gam
Kisra'nın Sarayı'nda yoktu böyle ihtişam
Kırkında gün aldı gül, hakikat ayan beyan
Tozlar savruldu göğe, zühreye vardı tuğyan
Kolay mı bir yarayı şifa için dağlamak?
Ateşin çevresinde gürül gürül çağlamak
İnkâr kentinin ortasında, bir isyan ki kopkoyu
Bu inat, cüzzamlı ruhların Ebrehe soyu
Sen şairsin dediler, bunlar eski masallar
Zihnin hayal beşiği, ellerin onu sallar
İkiye bölündü ay, nehir oldu parmaklar
İpekten bir yol oldu, sarı benizli kumlar
Dedi ki, versenizde vazgeçmek ne kelime
Güneşi bir elime, ayı diğer elime
Kalem ile yazmayı öğretenin ismiyle
Sayfaya düştü harfler, katip mürekkebiyle
Dermansı nefesinden döküldükçe sûreler
Yasin'le yüreklendi bütün değerli sözler
Mâna zırhını giyen cümle kerim âyetler
İnsanlığa armağan en ebedi çiçekler
Mekke sokaklarında Hicret'in izleri var
En muştulu gelişle, bahtiyar oldu Ensar
Karanlık ilmek ilmek yüreğinde gecenin
Vahiy tazeliğinde yumurtası güvercinin
Ve ankebut ağını özenle ördüğünde
Mucizeyle sustu zaman,çalgısız bir düğünde
Hira'nın düğünü bu, inananlar davetli
Sevr dağındaki ikbâl, ezelden bereketli
Ağır bir hezimetle yüzleştikleri yerde
Haris micrimlerin gözüne çekildi perde
Gözleri var görmezler, gurur sarhoşu onlar
Onlar için hazırlandı nice müessif sonlar
Bir rüya kadar süren gece yolculuğuyla
Yedi alemi gezdi, Cibril'in soluğuyla
Refref'in eşşliğinde Hudut Ağacı'na vardı
Emsalsiz bir ihtişam dört bir yanını sardı
Gözünün nuru namaz, Miraç'ın hediyesi
Ve son âyetleriyle Bakara sûresi
Kırılan incinin âhı kimden sorulur
Destan yazmaya kalksa, kalem bile yorulur
Ashab'ın kılıçları kasırgayla bilendi
Hendekte bitkin hisler, korkuyla hançerlendi
Önde şanlı kumandan, kutlu çağ süvarisi
Müstahkem burçlarıyla mağrur, Hayber Kalesi
Yıldızlar dökülmedi o günlere var daha
Bu asır Saadet Asrı, kızgın çöllere vaha
Veysel'i bir sevdayla küllerinden doğdu nur
Sonsuzluğa biad etti Akabe'de onur
Ay bile uyumadı değerlendirdi her ânı
O'ydu mahzun gönüllerin biricik kahramanı
YİTİK ÖZNE
19 Ocak 2013 Cumartesi
Bırakıp Gittiğin Kadarız
Bırakıp Gittiğin Kadarız
Bir dönüşle dönüyoruz
Yorgunuz, tenimiz esmer
İçimizde mağrur bir hüzün
Yaralarımız var eczası olmayan vurgunlar
En çok kadınlarımıza yakışan ağlamakla
En çok erkeklerimize dokunan çaresizlikle
Yaklaşıyoruz hayatın ikindisine
Biraz daha yaklaşıyoruz
Bir el uzatımında akşamın alacasındayız
Bu
Senin gidişinin hemen ertesinde
Dudaklarımızın kuruduğu
Suların çekildiği
Kızıl Denizin Diclenin
Önümüzde Musa elimizde asa ile
Yarıp geçtiğimiz Nilin
Ve eteklerimizi savura savura
Tükettiğimiz birlikteliğimizin ardından
Kayıp giden yıldızların şarkısı gibiyiz
Bir dönüşle dönüyoruz
Ne güzel oluyordu
Sağımıza dönüp seni görünce
Ne güzel oluyordu
Düştüğünde önümüze
Adı safranlara sarılı bir aşk gibi maceramız
Adı kıskanç kervanların zümrüt yüklerinde yazılı
Adı Leyla
Bir vaveyla kadar dokunsanız ağlamaklıyız
Bir dönüşle dönüyoruz
Belki baksak arkamıza ordasındır
Bu efsunu kaybetmek istemiyoruz
Hiç bir şeyini istemiyoruz aslında dünyanın
İncisini yakutunu ipek yumuşaklığını yastıkların
Bebeğin yüzümüze dokunuşunu istemiyoruz
İşlerimizin limanlığını
Ocağımızın sıcaklığını bile istemiyoruz
Bir dönüşle dönüyoruz
Seni unutmamak için şaşkın
İnanmamak için ölümüne inanıyoruz
Gittin mi aramızdan
Elini çektin mi üzerimizden
Bizi yetim
Şehrini öksüz bıraktın mı
Ne yapalım işte
Ağlamamayı beceremiyoruz
Isırdıkça kanayan dudaklarımızdan
Dökülen boş sözlerle birbirimize soruyoruz
Hava nasıl
Saat kaç
Yine çayırların yeşilliğinde otlayan kuzularımızın arasındayız
Yine çayırların üstünde matem işliyoruz
İnceldiği yerden kopan dünya
Bir araftan yol bularak başımıza düşüyor
Gökkubbe patlıyor tepemizde
Hissediyor anlıyor ama anlatamıyoruz
Bir dönüşle dönüyoruz
Bırakıp gittiğin kadarız
Hiç yağmur yağmıyor
Yorgunuz, tenimiz esmer
İçimizde mağrur bir hüzün
En çok kadınlarımıza yakışan ağlamakla
En çok erkeklerimize dokunan çaresizlikle
Yaklaşıyoruz hayatın ikindisine
Ne yapalım
Hiç yağmur yağmıyor
Sensiz yürüyünce
Bir dönüşle dönüyoruz
Kıyamet bize
Kıyamet bize
Sen yinede merhamet et bize
Merhamet et bize
Merhamet et bize
Bir dönüşle dönüyoruz
Yorgunuz, tenimiz esmer
İçimizde mağrur bir hüzün
Yaralarımız var eczası olmayan vurgunlar
En çok kadınlarımıza yakışan ağlamakla
En çok erkeklerimize dokunan çaresizlikle
Yaklaşıyoruz hayatın ikindisine
Biraz daha yaklaşıyoruz
Bir el uzatımında akşamın alacasındayız
Bu
Senin gidişinin hemen ertesinde
Dudaklarımızın kuruduğu
Suların çekildiği
Kızıl Denizin Diclenin
Önümüzde Musa elimizde asa ile
Yarıp geçtiğimiz Nilin
Ve eteklerimizi savura savura
Tükettiğimiz birlikteliğimizin ardından
Kayıp giden yıldızların şarkısı gibiyiz
Bir dönüşle dönüyoruz
Ne güzel oluyordu
Sağımıza dönüp seni görünce
Ne güzel oluyordu
Düştüğünde önümüze
Adı safranlara sarılı bir aşk gibi maceramız
Adı kıskanç kervanların zümrüt yüklerinde yazılı
Adı Leyla
Bir vaveyla kadar dokunsanız ağlamaklıyız
Bir dönüşle dönüyoruz
Belki baksak arkamıza ordasındır
Bu efsunu kaybetmek istemiyoruz
Hiç bir şeyini istemiyoruz aslında dünyanın
İncisini yakutunu ipek yumuşaklığını yastıkların
Bebeğin yüzümüze dokunuşunu istemiyoruz
İşlerimizin limanlığını
Ocağımızın sıcaklığını bile istemiyoruz
Bir dönüşle dönüyoruz
Seni unutmamak için şaşkın
İnanmamak için ölümüne inanıyoruz
Gittin mi aramızdan
Elini çektin mi üzerimizden
Bizi yetim
Şehrini öksüz bıraktın mı
Ne yapalım işte
Ağlamamayı beceremiyoruz
Isırdıkça kanayan dudaklarımızdan
Dökülen boş sözlerle birbirimize soruyoruz
Hava nasıl
Saat kaç
Yine çayırların yeşilliğinde otlayan kuzularımızın arasındayız
Yine çayırların üstünde matem işliyoruz
İnceldiği yerden kopan dünya
Bir araftan yol bularak başımıza düşüyor
Gökkubbe patlıyor tepemizde
Hissediyor anlıyor ama anlatamıyoruz
Bir dönüşle dönüyoruz
Bırakıp gittiğin kadarız
Hiç yağmur yağmıyor
Yorgunuz, tenimiz esmer
İçimizde mağrur bir hüzün
En çok kadınlarımıza yakışan ağlamakla
En çok erkeklerimize dokunan çaresizlikle
Yaklaşıyoruz hayatın ikindisine
Ne yapalım
Hiç yağmur yağmıyor
Sensiz yürüyünce
Bir dönüşle dönüyoruz
Kıyamet bize
Kıyamet bize
Sen yinede merhamet et bize
Merhamet et bize
Merhamet et bize
Bizim Yaşadığımız
Bizim Yaşadığımız
bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
biz de soluk alıp vermedeyiz
yani her insan gibi sevmekteyiz, sevilecek şeyleri
bir kır çiçeğini çimeni toprağı börtü böceği
kurban bayramlarında kınalı koçları
başları eloyasıişlemeli yemeni ile kapalı
bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı
pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları
kalbim ağrıyorsa da kardeşim
gönlüm bulanıyorsa
tedirginsem kuşkuluysam
kalın kitapların yazdığına bakarsan
acaip suçluysam
havada ihanetdışarıda sıcak
duvarda yazılar
kalbimizde acılar varsa da
bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
mektubun geldi bugün haziran
kimselere göstermediğin ak saçlarının kıvrımlarından
haberin geldi
haberin geldi iki damla gözyaşın kağıtta
çok bakarsın yağmur yağanda
ıslak ve buğulu camların ardından bilirim
bilirim, acı
nasıl oturur adam yüreğine
ne var yani işte
iyiyim diyorum ya
inan olsun iyiyim anne
insan gerçekten iyi oluyor, iyiyim dedikçe
bak üzülme
yazıyorum bir daha
nolur üzülme
üzülmüyor analar
oğulları üzülmüyorum dedikçe
bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
biz de soluk alıp vermedeyiz
yani her insan gib isevmekteyiz, seviecek şeyleri
bir kır çiçeğini çimeni toprağı börtü böceği
kurban bayramlarında kınalı koçları
başları eloyası işlemeli yemeni ile kapalı
bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı
pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları
bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
biz de soluk alıp vermedeyiz
yani her insan gibi sevmekteyiz, sevilecek şeyleri
bir kır çiçeğini çimeni toprağı börtü böceği
kurban bayramlarında kınalı koçları
başları eloyasıişlemeli yemeni ile kapalı
bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı
pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları
kalbim ağrıyorsa da kardeşim
gönlüm bulanıyorsa
tedirginsem kuşkuluysam
kalın kitapların yazdığına bakarsan
acaip suçluysam
havada ihanetdışarıda sıcak
duvarda yazılar
kalbimizde acılar varsa da
bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
mektubun geldi bugün haziran
kimselere göstermediğin ak saçlarının kıvrımlarından
haberin geldi
haberin geldi iki damla gözyaşın kağıtta
çok bakarsın yağmur yağanda
ıslak ve buğulu camların ardından bilirim
bilirim, acı
nasıl oturur adam yüreğine
ne var yani işte
iyiyim diyorum ya
inan olsun iyiyim anne
insan gerçekten iyi oluyor, iyiyim dedikçe
bak üzülme
yazıyorum bir daha
nolur üzülme
üzülmüyor analar
oğulları üzülmüyorum dedikçe
bizim de yaşadığımız hayattır kardeşim
biz de soluk alıp vermedeyiz
yani her insan gib isevmekteyiz, seviecek şeyleri
bir kır çiçeğini çimeni toprağı börtü böceği
kurban bayramlarında kınalı koçları
başları eloyası işlemeli yemeni ile kapalı
bembeyaz saçlı kırış kırış alınlı
pencere kenarlarında oğullarını bekleyen anaları
Acelem Var
Acelem Var
Yarına hükmüm geçmez, heybemde azığım yok
Ecel pusuda bekler ve benim acelem var.
Karanlığın çiğ sesi kalkansız karşılanmaz
Çırpınır tutunacak dalı olmayan kuşlar
Benim de acelem var! ...
Yırtık bir paraşütle gökten atlamak olmaz
Toprak kucak açsa da düşmeden donar kanın.
Mum eriyip bitiyor, zaman deli bir rüzgâr
Son nefes ki takvimde hasatı ölü bir yaz
Ve benim acelem var! ...
Bir bineğim olsun ki rüzgârdan hızlı uçsun
Yeri göğe bağlasın som tevhid urganıyla.
Üstüme kar yağarken içimden tepsin bahar
Dost gönlümü ısıtsın yıldızlı yorganıyla
Benim ki acelem var! ...
Aynayı ayna yapan ışık ile gören göz
Tara kâküllerini çökmeden karanlıklar.
Kuş kafesten uçanda dövünmek neye yarar
Bir kez orman yanmasın neye yarar kül ve köz
Bundan ki acelem var! ...
Şeytanı karıştırma, hep sağlam pusat kuşan
Biraz daha! diyenin avını uyku taşlar.
Yörük atlar aksamaz besmele göynüğünde
Son dergâhta yavaşlar
Ve benim acelem var! ...
Yarın için tapum yok, Hakktan gayri kapım yok!
Hamurum mayalandı ve benim acelem var! ...
Her şiirde ruhumu ateşlere veririm
Bir yandan balım akar, bir yandan torçum akar
Yüzü ak gitmek için bu günden acelem var!
Yarına hükmüm geçmez, heybemde azığım yok
Ecel pusuda bekler ve benim acelem var.
Karanlığın çiğ sesi kalkansız karşılanmaz
Çırpınır tutunacak dalı olmayan kuşlar
Benim de acelem var! ...
Yırtık bir paraşütle gökten atlamak olmaz
Toprak kucak açsa da düşmeden donar kanın.
Mum eriyip bitiyor, zaman deli bir rüzgâr
Son nefes ki takvimde hasatı ölü bir yaz
Ve benim acelem var! ...
Bir bineğim olsun ki rüzgârdan hızlı uçsun
Yeri göğe bağlasın som tevhid urganıyla.
Üstüme kar yağarken içimden tepsin bahar
Dost gönlümü ısıtsın yıldızlı yorganıyla
Benim ki acelem var! ...
Aynayı ayna yapan ışık ile gören göz
Tara kâküllerini çökmeden karanlıklar.
Kuş kafesten uçanda dövünmek neye yarar
Bir kez orman yanmasın neye yarar kül ve köz
Bundan ki acelem var! ...
Şeytanı karıştırma, hep sağlam pusat kuşan
Biraz daha! diyenin avını uyku taşlar.
Yörük atlar aksamaz besmele göynüğünde
Son dergâhta yavaşlar
Ve benim acelem var! ...
Yarın için tapum yok, Hakktan gayri kapım yok!
Hamurum mayalandı ve benim acelem var! ...
Her şiirde ruhumu ateşlere veririm
Bir yandan balım akar, bir yandan torçum akar
Yüzü ak gitmek için bu günden acelem var!
10 Ocak 2013 Perşembe
8 Ocak 2013 Salı
Kudüs
Şair: Nizar KabbaniAğladım tükendi gözyaşım ağladım
Ağladım mumlar bitti ağladım namaz kıldım
Bitirdi beni vardığım rükûlar
Sende Muhammedi Yesuğu aradım
Ey Kudüs ey peygamberler kokusu
Ey yerin göklere en yakın avlusu
Ey Kudüs ey yolların ışığı
Ey parmaklarını yakan güzel çocuk
Ey Peygamberin geçtiği gölgeli ova
Hüzünlü gözlerinle ey kentlerin incisi
Acıdır cadde taşları
Acıdır müezzin sesleri
Ey Kudüs ey sevdaya bürünen güzel
Kimdir Kıyamet kilisesinde çalan çanları
Pazar sabahları
Kim getirir çocuklara oyunları
Milat gece yarıları
Ey Kudüs ey kentlerin acılısı
Ey gözkapakları arasında kabaran büyük gözyaşı damlası
Kim durdurur düşmanları
Sana karşı ey dinlerin gerdanlığı
Kim siler kanları duvar taşlarından
İncili kim kurtarır
Kuranı kim kurtarır
Kim kurtarır İsayı öldürenlerden
İnsanı kim kurtarır
Ey Kudüs ey kentim
Ey Kudüs ey sevgilim
Yarın çiçek açacak limon ağaçları
Açılıyor yeşil sümbüller zeytinler
Gülüyor gözler
Dönüyor giden güvercinler gene
Tertemiz masmavi göklere
Dönüyor çocuklar oyunlarına
Babalar oğullarla buluşuyor
Senin çiçekli tepelerinde
Ey zeytin ülkesi ey selam ülkesi
Veda
Bu şehirden gidiyorum
Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi
Gururu yıkılmış soy atlar gibi
Bu şehirden gidiyorum
İnsanlar taş gibi bana yabancı
Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda
Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa
O ışıksız pencereden
Ben onu bile bile duymuyor gibiyim.
Bu şehirden gidiyorum
Gömerek geceyi içime
Sabahın hüznünü beklemeden
Gidiyorum bu şehirden.
Erdem Beyazıt
Bu şehirden gidiyorum
Gözleri kör olmuş kırlangıçlar gibi
Gururu yıkılmış soy atlar gibi
Bu şehirden gidiyorum
İnsanlar taş gibi bana yabancı
Ağaçlar bensiz hüküm giyecek bulvarlarda
Bir tambur bir yalnızlığı anlatıyorsa
O ışıksız pencereden
Ben onu bile bile duymuyor gibiyim.
Bu şehirden gidiyorum
Gömerek geceyi içime
Sabahın hüznünü beklemeden
Gidiyorum bu şehirden.
Erdem Beyazıt
Yakarış İlahisi
Yakarış İlahisi
hayatı ve kalbimizi geri istiyoruz.
her gün yaşadığımıza,
ve bedenimizi eskittiğimize,
takvim yaprakları işaret düşüyor.
yer gök sarsılıyor,
ve sımsıkı sarıdığımız hayatlarımıza,
ölüm doğuyor her sabah.
şimdi; bu girift zamanın yetim çocukları bizler,
göç edip giden turnaları geri çağırıyoruz.
çünkü biz sert rüzgarlara değil,
narin yellere yol veren yiğit adamlarız.
zindanlarda sahici gülen,
dolu dizgin bir tufana taylarımızı sürenleriz.
her gülüşümüzde yağmurlar getiririz uzak iklimlerden.
çıra renkli kor kalplerimizle severiz güzelleri.
şehre ileniriz, şehir ki; gözlerimizi ağrıtır baktıkça.
soğuk kaldırımlarda gülümseyen kelebeklere
türkü yakarız.
biz hayatı, kalbimizi ve aşklarımızı geri istiyoruz.
duy bizi ey kalblerin sahibi...
Adem Özbay
hayatı ve kalbimizi geri istiyoruz.
her gün yaşadığımıza,
ve bedenimizi eskittiğimize,
takvim yaprakları işaret düşüyor.
yer gök sarsılıyor,
ve sımsıkı sarıdığımız hayatlarımıza,
ölüm doğuyor her sabah.
şimdi; bu girift zamanın yetim çocukları bizler,
göç edip giden turnaları geri çağırıyoruz.
çünkü biz sert rüzgarlara değil,
narin yellere yol veren yiğit adamlarız.
zindanlarda sahici gülen,
dolu dizgin bir tufana taylarımızı sürenleriz.
her gülüşümüzde yağmurlar getiririz uzak iklimlerden.
çıra renkli kor kalplerimizle severiz güzelleri.
şehre ileniriz, şehir ki; gözlerimizi ağrıtır baktıkça.
soğuk kaldırımlarda gülümseyen kelebeklere
türkü yakarız.
biz hayatı, kalbimizi ve aşklarımızı geri istiyoruz.
duy bizi ey kalblerin sahibi...
Adem Özbay
Bu Çağrı Sanadır
Bu Çağrı Sanadır
Bir damla SU gönder bana
Eğer gönderebilirsen
Ana sütü gibi tertemiz olsun
Bir damlası Karadeniz
Bir damlası Akdeniz olsun
Bir avuç TOPRAK gönder bana
Edirne koksun, Ağrı koksun
Her zerresi burcu burcu
Türkiye koksun
Anadolu’dan çağrı koksun
Bir dilim EKMEK gönder bana
Yiyince lezzetini hissedeyim
Bereketini hissedeyim
Köy köy, tarla tarla
Memleketimi hissedeyim
Bir demet ÇİÇEK gönder bana
Renkleri;
Sarı, kırmızı, beyaz ve mavi olsun
Râyihâsı, estetiği
semâvi olsun
Bir tutam SEVDA gönder bana
Veysel Garani’nin, Yunus Emre’nin
Sevdasından olsun
Mevlâna’nın Mevlâ’sından olsun
Sevdâların hasından olsun
Bir RÜYA gönder bana
Yürürken, otururken
Güneşi, Ayı seyredeyim
Aradan kalksın tüm duvarlar
Mâverâyı seyredeyim
Bir damla ALINTERİ gönder bana
Yazdığın ŞİİRLERİ gönder bana
Okumaya ihtiyacım var...
Abdurrahim Karakoç
Bir damla SU gönder bana
Eğer gönderebilirsen
Ana sütü gibi tertemiz olsun
Bir damlası Karadeniz
Bir damlası Akdeniz olsun
Bir avuç TOPRAK gönder bana
Edirne koksun, Ağrı koksun
Her zerresi burcu burcu
Türkiye koksun
Anadolu’dan çağrı koksun
Bir dilim EKMEK gönder bana
Yiyince lezzetini hissedeyim
Bereketini hissedeyim
Köy köy, tarla tarla
Memleketimi hissedeyim
Bir demet ÇİÇEK gönder bana
Renkleri;
Sarı, kırmızı, beyaz ve mavi olsun
Râyihâsı, estetiği
semâvi olsun
Bir tutam SEVDA gönder bana
Veysel Garani’nin, Yunus Emre’nin
Sevdasından olsun
Mevlâna’nın Mevlâ’sından olsun
Sevdâların hasından olsun
Bir RÜYA gönder bana
Yürürken, otururken
Güneşi, Ayı seyredeyim
Aradan kalksın tüm duvarlar
Mâverâyı seyredeyim
Bir damla ALINTERİ gönder bana
Yazdığın ŞİİRLERİ gönder bana
Okumaya ihtiyacım var...
Abdurrahim Karakoç
Tüm sınırları aşmak istiyorum
Tüm suskunluğumu yırtmak istiyorum bir gün anne..!!
Ve sağır kulaklara haykırmak...
Tüm sınırları aşmak istiyorum anne...
Ve sonsuza ulaşmak...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)